Özbekistan Erk Demokrat Partisi

DÜNYADA HUZUR KAPISININ ANAHTARI

DÜNYADA  HUZUR  KAPISININ  ANAHTARI
1.023 views
03 Ağustos 2022 - 17:56

Geçen yıl Türk dünyasında önemli bir olay yaşandı. “Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi”nin adı, “Türk Devletleri Teşkilâtı” olarak değiştirildi. Bu durum bazılarına önemli gelmeyebilir, ama uzun yıllar Türk Birliği hayali kuran bizim gibi hayalperestler için önemli bir olaydı. Sovyet ideolojisi bize, yani Orta Asya Türklerine “Türkî halklar” lâkabını taktı. Bizim dilimiz için “Türkî dil” tabirini kullandılar. Bu terimler, Arap milletine “Arabî” ve Fars milletine “Farsî” demek kadar saçmaydı.

Türk dünyasının Entegrasyonuna yönelik ilk adım 2009 yılında Bakü’de atıldı. Bir örgüt kuruldu. Biz çok mutluyduk. Ancak bu teşkilât, Ruslar tarafından icat edilen “Türkî Dil Konuşan Devletler Konseyi” namını aldı. Son olarak 2019 yılında bu teşkilât, “Türk Devletleri Teşkilâtı” adını almıştır. Bu bizim için gerçekten önemli bir olaydı. Bu Türk zihniyetindeki büyük değişimin sembolik yansımasıydı. Bu, “Biz Türkî değiliz, Türk’üz” demekti.

Evet, son yıllarda Türk toplumlarında bu değişimi gözlemliyoruz. Bu değişimin zahirî ifadesi olarak İkinci Azerbaycan-Ermeni Savaşı’nı gösterebiliriz. Bu savaşta Türk halkı, tek millet olarak kardeş Azerbaycan’ın yanında yer almıştır. Elbette idealimiz, arzumuz “Kızıl Elma”dır. Ancak bu arzuyu gerçekleştirmek için duygusal konuşmalardan somut projelere geçmenin zamanı geldi de geçti bile. Türk dünyası bizden Büyük Birleşme sürecini fiilen başlatmamızı bekliyor…

Geçenlerde diyebileceğimiz kadar çok yakın geçmişte Karakalpakistan’ın Nukus şehrinde ayrılıkçı kalabalık bir grup meydana dökülerek bize bir ders verdi. Gerçi bu kalabalığın attığı sloganlar bizim için yeni değildi. Onlarca yıldır marjinaller tarafından dillendirilen bir şeydi. Şahsen buna hiç dikkat etmemiştim. Ama bu sloganlar, ilk kez bir eyleme dönüşerek birkaç bin kişiyi meydanda topladı ve yerel yönetimden bazı yetkililer de bu ayrılıkçı gruba açık veya gizli destek verdi. Bu skandalın arkasında “yabancı bir el”in olup olmadığı da elbette bir gün ortaya çıkacaktır. Fakat kesin olan bir şey var: Türk Dünyasının entegrasyonu fiilen başlamadığı sürece, KGB’nin döşediği “özerk” mayınlar, düşmanlarımız tarafından istedikleri zaman patlatılabilir. Nukus ayrılıkçı grubu, bu tehlikeyi teyit etti. Nukus’ta yaşananlar, Türk Dünyasının entegrasyonu konusunu ciddi bir şekilde ele alma zamanının geldiğini gösterdi. Ben de dostlarla olan dar toplantı çerçevesinde dile getirdiğimiz konuları çekmecemden çıkarıp, onları kamuoyu ile tartışmaya karar verdim.

İLK ADIM

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Türk dünyasının entegrasyonunu başlatmak için büyük bir fırsat doğdu. Ama biz bu fırsatı kullanamadık. Doğru, hemen her yıl Türk Dünyası kongreleri yapılıyordu ve bu kongreler kültürel ve sosyal açıdan güzel bir başlangıçtı. Ama “ABD ne der, Rusya ne der?” gibi düşüncelerle bu projelerde siyasî kararlar alamamıştık. 1990’ların başı, rakiplerimiz için bir alay konusu oldu. Bugün alaycılar sessiz. Neden? Niye? Çünkü dünyada siyasî konjonktür Türk dünyası lehine değişmiştir. Ve Türk dünyasında uyanış belirtileri görülmeye başlanmıştır. Sadece… 1990’lı yılların başından beri Türk birliğini savunan bizler, hep bir şeyin altını çizdik: Türk birliğini gerçekleştirmenin ilk adımı “Ortak Alfabe” ve “Ortak Dil”e sahip olmaktır. İsmail Gaspıralı “Dilde, fikirde ve işte birlik” derken, dili tesadüfen ilk sıraya koymamıştır. Türk dünyası için ortak bir dil olmadan küresel projeleri tartışmak ve uygulamak zordur. Orta Asya Türk ülkelerinin Kiril alfabesinden Latin alfabesine geçiş süreci ne yazık ki beklenen sonucu vermedi. Dil bilimcilerimiz, liderlerinin egosunu tatmin etmek için onlara “özel ve uygun bir alfabe” yaratmaya çalıştılar. Ve evrensel bir alfabe ortaya çıkmadı.

Peki, Türk dünyasının ortak dili ne olacak? Eğer öyleyse, ne olmalı? Ortak dil, 300 milyondan fazla insanın dili olmalıdır. Bu dil, birbirimizi anlamamızda, bilimde, siyasette, sosyal hayatta, kültürel, dinî ve diğer alanlarda kendimizi ifade edebilecek, söz bakımından zengin ve zarif bir dil olmalıdır. Elbette bütün Türk lehçeleri kelime bakımından zengin ve zariftir. Nesimî ve Fuzûlî’nin Azerbaycan lehçesinde, Abay’ın Kazak lehçesinde ve diğer şairlerin dili, Türkmen şair Mahtumkulu dili, Çağatay (Özbekçe)da Alişîr Nevâyi’nin dili veya Manas destanının söylendiği Kırgız lehçesi, şüphesiz zengin ve güzeldirler. Sadece ortak dilimizin bu dillerden farklı bir önemli özelliği daha olmalıdır. Bu dil, Türk halkları tarafından en yaygın ve rahat kullanılan bir dil olmalıdır. Bizim böyle bir dilimiz var, bu Türkiye Türkçesidir. Bu dilin ortak dil olarak kullanılması için başka gerekçeler de var:

1. Dünyada yaklaşık 300 milyon Türk yaşıyor. Bunların yarısından fazlası Oğuz lehçesini konuşur. Seksen beş milyon nüfuslu Türkiye başta olmak üzere, Azerbaycan (İran Azerbaycanı dâhil ) Türkleri, ardından Türkmenler (Irak Türkmenleri dâhil), Gök-Oğuzlar, Kırım Türkleri, Harezmliler (Özbekistan) ve diğer topluluklar, toplam 150 milyon eder.

2. Türkiye Türkçesi dünyada en çok konuşulan diller arasında yedinci sıradadır. Bugün Türkçe Amerika, Asya ve Afrika’da öğretilmekte ve öğrenilmektedir. Bu nedenlerden dolayı Türkiye Türkçesi Türk Dünyasının Ortak Dili makamını hak etmektedir.

Türk dünyası için bir “Türk Esperanto”su icat etmeye gerek yok. Bu teklifi bir Türkiye Türk’ü yapacak olsa, diğerleri Türkiye’nin diğer Türk devletlerine “ağabeylik” yapmaya kalktığını iddia edecekler. O yüzden bu teklif, Türkiye dışındaki Türklerden çıkmalıdır. İşte benim önerim: Türkiye Türkçesi, Türk dünyasının “Ortak Dili” olmalıdır.

Şimdi gelecekteki Turan Konfederasyonu’nun bir siluetini çizmeye çalışalım.

                                   TÜRK  DÜNYASI  ENTEGRASYONU

Tarih boyunca devletler ve toplumlar kendi amaçlarını gerçekleştirmek, varlıklarını başarılı biçimde sürdürebilmek için belli kıstaslara göre oluşan ittifaklar ve bölgesel birlikler kurarak yakın işbirliği yapmışlardır. Günümüzde de durum farklı değildir; Avrupa, Asya ve Amerika’da geniş veya dar kapsamlı birlikler kurulmuş olup, bazıları faal olarak çalışmakta, bazıları ise sadece kâğıt üzerinde kalmaktadır.

Devletler genellikle güçlerine güç katmak, ortak rakiplere karşı başarıyla mücadele etmek, ekonomik, askerî, kültürel sorunlara kalıcı çözümler üretmek ve barışı temin etmek gibi amaçlarla bu tür birlikleri tercih etmektedirler. Tarih içinde ikili ve çoklu anlaşmalar, bu tür birliklerin ilk prototipleridir. Bu tür ittifaklar ve uzun süreli ortaklıklar olmadan bölgeler ve dünya ölçeğinde her türlü siyasî, ekonomik, kültürel faaliyetin yürütülmesi düşünülemez. Farklı adlandırmalar (birlik, federasyon, konfederasyon) altında gerçekleşen bu tür oluşumlar siyasî, ekonomik, tarihî, kültürel olmak üzere birçok faktöre göre şekillenmektedir. Elbette bu faktörlerin her biri belli ölçüde geçerli olmaktadır.

Bu tür oluşumların en bilinen örneği Avrupa Birliği’dir. Avrupa Birliği’nin tüm sorunlara rağmen başarılı bir proje olduğu görülmektedir. Avrupa Birliği modeli dışında İngiliz Milletler Topluluğu, Arap Devletleri Birliği, Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği gibi birçok başka birlik/ortaklık projeleri de geliştirilmiştir. Bu projelerin tamamının temelinde birden fazla ilke ve amaç bulunmakla beraber, çok değişik alanlarda varlık göstermekte, birçok farklı konuda ortak tavır içinde bulunmaktadırlar. Ortaklığın başarı oranı ise tarafların gücü, esnekliği, tarihî arka plan ve özellikle ortak değerlere dayandırılmış olmalarına bağlıdır. Tarih boyunca uzun süre işbirliği içinde bulunan, birbirlerini yakından tanıyan devletler ve toplumların ittifaklar oluşturması, kendi aralarında birlikler kurması kolay ve çoğunlukla ihtiyaç duyulan bir durumdur. Fakat bazı bölgelerde bu süreçler çok zor ilerler ve epey zaman alır. Buna örnek olarak Orta Asya coğrafyası veya genel olarak Türk dünyası gösterilebilir.

Çok eski çağlardan beri bu geniş bölgede birbiri ardınca büyük devletler kurulmuş veya birbiriyle yakın etnik, ekonomik ve kültürel bağları bulunan toplumların oluşturduğu küçük devletler var olmuştur. Büyük devletler derken öncelikle Hun, Göktürk, Moğol, Tatar, Özbek, Kazak, Kırgız, Uygur gibi Türk ve Moğol asıllı toplulukların bu geniş topraklarda kurdukları devletler kastedilmektedir. Bu devletlerin tamamının Doğudan Batıya yayılarak bünyesine aldığı toplumların bazıları dil bakımından farklı olsalar da, genel kültür özellikleri bakımından birbirlerine çok yakındılar, ortak değerleri paylaşmaktaydılar. Bunların tamamı kuvvetli birer merkezî yönetim sistemine sahip olmakla beraber, devleti oluşturan toplulukların önemli ölçüde ekonomik ve kültürel özerklikleri vardı. Bundan dolayıdır ki Avrasya bozkırında oluşmuş büyük devletlerin yapısı zaman zaman federatif veya konfederatif yapı olarak tanımlanmaktadır.

Merkezî iktidarın bölgesel ve etnik özelliklere müdahale etmemesi, bağlı toplulukların iç yönetimlerinin, inançlarının, yargı ve kültürel faaliyetlerinin tamamen kendilerine bırakılması, bu devletlerde bir gelenekti. Daha sonra bölgeye giren ve bu toprakları kendi bünyesine katan Rusya da ilk dönemlerde bölgesel özelliklere, kültürel ve dinî hayata görece az müdahale etti. Fakat zaman ilerledikçe merkezî yönetimin baskıları sertleşmeye başladı. 19. yüzyılın ortalarından itibaren etnik asimilasyon Rus devlet politikası hâline geldi. Çarlık Rusya’nın yıkılıp komünist Sovyetler Birliğinin kurulması İdil-Ural, Kafkasya ve Orta Asya bölgelerinde asimilasyon politikalarını, ekonomik ve siyasî baskıları aşırı tırmandırarak daha büyük yıkımlara sebep oldu.

Başlangıçta halkların federasyonu olarak kurulduğunu iddia etse de, sonuçta aşırı merkeziyetçi ve baskıcı bir düzen olan Sovyetler Birliği döneminde bölge halklarının tarihî işbirliği tecrübesi, etnik akrabalık bağları, kültür ortaklığı planlı biçimde yok edildi. Bu bağlar öylesine koparıldı ki, Sovyetler Birliği dağılıp yerine bağımsız cumhuriyetler kurulduğunda bu bağlar neredeyse unutulmuş durumdaydı. Yalnız yakın komşu olan topluluklar birbirini bir miktar tanıyor gibiydi. Orta Asya halklarının etnik, tarihî, kültürel bağlarına verilen hasar sonucunda bu halklar 1991 sonrasında yeniden bir araya gelerek basit işbirliği modellerini geliştirmekte bile zorlandılar. Çünkü asimilasyon politikaları sonucunda etnik akrabalık tartışmalı hâle getirilmiş, kültürler yozlaştırılmış, halkların birbirine olan güveni planlı biçimde aşındırılmıştı.

Oysa daha yakın geçmişe kadar bunlar aynı dili konuşan, aynı kültürü paylaşan halklardı. Herhâlde bu tarihî bilincin tamamen yıkılamamış olması ve de ekonomik ihtiyaçlar ile coğrafî koşulların dayatması sonucu bölge halkları yakın işbirliği yapmak, ortaklık kurmak yönünde arayışlara girmek zorunda kaldılar. 1990’ların başından itibaren değişik adlar altında değişik ortaklık modelleri önerildi. Fakat hiçbirisi kalıcı ve işlevsel olamadı. Bu başarısızlığın elbette birçok sebebi vardı. En önemlisi de önerilen projelerin tarih içinde denenmiş olan siyasî, ekonomik, jeopolitik, kültürel gerçeklere dayandırılmasıdır. Bu projeler bazen iç politika aracı olarak, bazen komşuları sıkıştırmak için, bazen de sırf kendi siyasî iddialarına alan açmak için bölge liderleri tarafından ortaya atılmıştır. Gelinen nokta itibarıyla bu bölgede kalıcı bir işbirliği modelinin oluşturulamadığı görülmektedir. Ve birçok gözlemci de bunun yapılamayacağına inanmaktadır. Fakat gerçekten böyle midir? Bu bölgede devletlerarasında kalıcı bir ortaklık/birlik kurulamaz mı? Kurulabilirse nasıl kurulur?

Bize göre bölgede ortaklık/birlik kurulması konusunda gerçekte var olan imkânların önemli bir kısmı denenmemiş ve konu ciddiyetle ele alınmamıştır. Ayrıca bu konuda siyasî elitlerin tamamı katkıda bulunmadığı gibi, sivil toplumun gücünden de yararlanılmamıştır. Bu konuda neden iyimser olduğumuzu, hatta bu birliğin kurulmasının neden kaçınılmaz olduğunu aşağıda birkaç madde hâlinde açıklamaya çalışacağız.

  • BÖLGENİN TANIMI VE ADI

Bahsettiğimiz bölgenin omurgasını, doğu-batı yönünde Moğolistan’dan Macaristan’a kadar uzanan Büyük Bozkır/Avrasya Bozkırı oluşturmaktadır. Bölgenin tarihî adı, kaynaklarda “Turan” olarak geçmektedir. Günümüze kadar ulaşan eski ve ortaçağ kaynaklarında, Turan adı Sibirya’nın orta ve güney kısımlarını da içine almaktadır. Ortaçağ sonlarına doğru (ilginçtir ki modern çağda da) Turan kavramı genellikle Türk veya biraz daha geniş anlamda Ural-Altay kökenli kavimlerle özdeşleştirilmiş ve 20. yüzyıl başlarından itibaren esasen bu anlamıyla yeniden hayat kazanmıştır. Bu dönemde Macaristan’da yayımlanmaya başlanan Turan dergisinin de bu gelişmelere önemli katkıları olmuştur. Kısaca özetlersek, Turan kavramı günümüzdeki hâliyle Avrasya anakarasının kuzey-güney ve doğu-batı eksenlerinde yaklaşık orta kısmı içine almakta olup İdil-Ural, Büyük Bozkır, Kafkasya, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri/Türkistan, Orta ve Güney Sibirya, Moğolistan ve Doğu Türkistan gibi alt bölgelerden oluşmaktadır.

Günümüzde bu bölge Türkiye kaynaklarında genel olarak Türk Dünyası veya Avrasya olarak adlandırılmaktadır. Bu adlandırmaların ikisi de tarihî ve coğrafî gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır. Özellikle Avrasya tanımına son dönemlerde aşırı siyasî içerik yüklendiğinden anlam aşımına uğramaktadır. Hatta Rusya’da bazı çevreler ve Yeni-Avrasyacı yazarlar, Avrasya-Rusya tanımını Turan yerine kullanarak terminolojik kargaşa oluşturmakla beraber, bölgeye sonradan girmiş olan Rusya’yı bölgenin aslî unsuru olarak sunmaktadır. Bu yaklaşımın tarihî veya etnolojik hiçbir temeli yoktur. Aslında 1920’lerde geliştirilen klasik Avrasyacı yaklaşım buranın Turan olduğunu, Rus kültürünün de Slav-Türk-Moğol sentezinin bir ürünü olarak ortaya çıktığını kerhen de olsa kabul ediyordu. Dolayısıyla coğrafî olarak Avrasya bozkırı olarak tanımlanan Büyük Bozkırın da bu bakımdan Turan Bozkırı olarak tanımlanması doğru bir yaklaşımdır. Sonuç olarak günümüzde daha fazla anlam kargaşasına yol açmamak için sırf coğrafî veya siyasî tanımlamaları (ki çoğu yapay olarak üretilmiştir) bir tarafa bırakıp, tarihî kaynaklarda geçen ve bölge halkının da eskiden beri kullanmakta olduğu “Turan” adını kullanmanın daha doğru olacağını düşünüyoruz.

  • BÖLGENİN SOSYOKÜLTÜREL YAPISI

Turan toprakları eskiden beri kalabalık halk kitlelerini barındırmıştır. Bu kitleler arasında Ural-Altay dillerine mensup kesimler ezici çoğunluğu oluşturmakla beraber, farklı dönemlerde İran ve Slav kökenli gruplar da görülmüştür. Araştırmalara göre bu gruplar yerli Turan halklarıyla birer sentez oluşturarak yaşadıkları sürece herhangi bir sorun çıkmamış, önemli etnik ve mezhep savaşları ise hiç yaşanmamıştır. (Bölgedeki savaşların temel sebebi hep ekonomik veya siyasîdir.)

Turan halkları dil, din, tarih ve kültür ortaklığına sahip, çoğunlukla akraba halklardır. Kültürel değerler genellikle ortaktır, siyaset, hukuk, ekonomi, sanat gibi alanlardaki uygulamalar hemen hemen aynıdır. Bunun sebebi söz konusu halkların aynı kökenden gelmeleri ve ata mirasını benzer koşullarda sürdürmeleridir. Farklı etnik kökenlerden gelen topluluklar da uzun süre bölge halklarıyla iç içe yaşamış olduklarına göre etkileşimler sonucunda değerler de ortak hâle gelmiştir.

Günümüzde özellikle tarihî olarak Türkistan diye adlandırılan bu topraklarda beş cumhuriyet bulunmaktadır. Bunlardan dördü Türk (Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkmenistan), diğeri ise kalabalık bir Türk kitlesini içinde barındıran (nüfusun yaklaşık yarısı Özbek Türkleridir) Tacikistan’dır.

Turan’ın güneybatı kesiminde, Kafkasya, Anadolu ve Akdeniz coğrafyalarında ise Türkiye, Azerbaycan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bulunmaktadır. 1990’lardan beri Azerbaycan-Türkiye ilişkilerini özetlemek için kullanılmaya başlanan “Bir millet iki devlet” sloganının yanı sıra son zamanlarda kullanılmaya başlanan “Bir millet yedi devlet” sloganı bu durumu ifade etmektedir.

Turan sosyokültürel yapısı içinde “Türk” kimliği artık eski statüsüne kavuşmaktadır. Sovyet döneminde acımasız bir asimilasyona tabi tutulan, kimliksizleştirilen Türk toplumları, özellikle genç kuşaklar bu kimliğe sahip çıkmakta, hemen tüm Türk Cumhuriyetlerinde ve Özerk bölgelerde sivil toplum kuruluşları, sosyal medyada oluşturulan sayısız gruplar, bu konuyu sürekli canlı tutmaktadırlar. Birçok yerde Turan Birliği, Türk Birliği, Türk Konfederasyonu vb. adlar altında Turan toplumlarının tam veya kısmî birliği yönünde faaliyet gösteren oluşumlar kurumsal olarak faaliyetlerini yürütmektedir.

  • COĞRAFÎ KONUM

Türk dünyasının batı ucu Kafkasya ve Anadolu’da Karadeniz ile Akdeniz’e yaslanmaktadır. Orta Asya bölgesi ise tipik kara iklimine sahiptir. Buradaki ülkelerin denize çıkışı yoktur, insanların ve malların hareketi, birden fazla ülkenin topraklarından geçiş yapılmasını gerektirmektedir. Bu topraklarda doğal kaynaklar dağılımı, Aral gölü ve büyük nehirler örneğinde de görüldüğü üzere birden fazla ülke için ortaktır. Dolayısıyla buralarda su kaynaklarının kullanımı, nakliye koridorlarının oluşturulması, enerji projeleri gibi hayatî projeler, bölge devletleri arasında sıkı işbirliğini zorunlu kılmaktadır.

  • JEOPOLİTİK KONUM

Kuzey-güney ve doğu-batı ekseninde Avrasya anakarasının ortasını oluşturan Turan toprakları, jeopolitik açıdan genellikle hassas stratejik bir öneme sahiptir. Özellikle Orta Asya cumhuriyetleri bölgesi, büyük güçler (ABD, Rusya ve Çin) arasında bir çeşit “denge noktasını” oluşturmaktadır. Bu bölge dünya barışı ve dünya egemenliği açısından da büyük önem ifade ettiği için tâ ilk jeopolitik kuramlardan başlayarak “hartland” (dünyanın kalbi) olarak adlandırılmaktadır. Jeopolitik açıdan, Afganistan da bu bölge kapsamında ele alınmalıdır. Bölgedeki Rusya-Çin rekabeti, bilinen bir husustur, bu iki bölge arasındaki devletlerin zaman içinde bütünleşerek Turan Birliği’ni oluşturması, dünya barışına en önemli katkıyı sağlayabilir.

Jeopolotik ve dünya barışı açısından bakıldığında Orta Asya’nın ilginç bir özelliği dikkat çekmektedir: Buraya dışarıdan gelen güçler kalıcı bir egemenlik kuramamış, fakat bölgeden çıkan devletler kısa zaman içinde büyümüş ve çevreyi de etkisi altına alarak kalıcı bir barış ortamı sağlamıştır. Örneğin bölgeye gelen yabancı güçlerin ilki olarak bilinen İskender orduları, bu toprakların bir kısmını hızla istilâ etmiş olsa da buralara egemen olamamış, bölge halkları ve kültürleri üzerinde kalıcı bir etki bırakamamıştır.

Modern çağda bölgeye gelerek bir süre egemenlik kurmuş olan Rusya’nın durumu da çok farklı değildir. Rusya’nın bölgeye egemen oluşunun iki önemli nedeni vardı: 1. Moskova merkezli Rus devleti önemli ölçüde Türk-Moğol etkisi altında gelişmiş olup, doğu ve güney yönlerinde genişlemesi de Türk kökenli elitler ve tüccarlar sayesinde gerçekleşmiştir. 2. Bölgede merkezî bir devletin olmayışı, çok sayıda küçük devlet yapılanmasının varlığı yabancılara karşı mücadeleyi zorlaştırmıştır. Rusya da bu topraklarda tarihî bakımdan çok uzun bir süre kalamamıştır. Günümüzde Rusya devlet olarak burada etkin olmaya çalışsa da, Rus kökenli nüfus yavaş yavaş bölge dışına çıkmaktadır.

Yabancıların bölgeyi egemenlik altına alamamasına karşılık, bu bölgede oluşan devletler çok kısa zamanda hızla genişleyerek sınırların dışına taşmış ve Asya’nın tamamını etkileyen barış ortamlarının kurulmasını sağlamıştır. Bölgenin bilinen ilk büyük devletini kurmuş olan Hunlar zamanında da, Göktürkler, Hazarlar, Karahanlılar, Gazneliler, Cengiz Han vs. dönemlerinde Turan devletlerinin bu özelliğini gözlemleyebiliriz. Bu büyük devletlerin egemen olduğu dönemlerde, dünya ekonomisinin can damarı olan İpek Yolu’nun da geliştiği, tarihçilerin mutabık olduğu bir durumdur. Ortaçağ kaynakları, bu devletlerin egemenlik dönemlerinde bölgeye hâkim olan huzur ve ekonomik kalkınmadan sık sık bahsetmektedirler.

  • BÖLGESEL GÜVENLİK

Orta Asya devletlerinden Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan yıllardır dinci radikalizmin odak noktalarından olan Afganistan ile ortak sınırlara sahiptir. Bu örnek bile güvenlik alanında sıkı işbirliğinin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Aynı zamanda her ne kadar dostluk söylemleri içinde olsalar da Rusya ile Çin arasındaki rekabetin daha sert boyutlara varmaması açısından bu iki devletin arasında yer alan devletlerin entegrasyonu önem arz etmektedir.

Turan devletlerinin bütünleşme/entegrasyon sürecinin ilk aşamasında tüm ülkeleri kapsayan işbirliği projelerinin geliştirilmesi, bu sürecin ilerletilerek idarî açıdan ortak kurumların oluşturulması ve merkezîleşmenin tam bir ortaklık düzeyine ulaştırılması gerekmektedir. Bu aşamada işbirliğinin özellikle geliştirilmesi gereken alanları aşağıda ana başlıklar hâlinde ele alınmaktadır:

1. AŞAMA

  • Bölge genelinde mal ve hizmetlerin, kişilerin ve sermayenin serbest dolaşımı:

Günümüzde Turan genelinde, özellikle de Orta Asya’da ekonominin, kültürün, demografik sıkıntıların ve siyasî huzurun karşılaştığı en önemli sorunlar ve engeller bu alandadır. Serbest dolaşım, bu bölgeye dünyanın herhangi diğer bölgelerinden daha çok ve daha ivedilikle gerekmektedir. Zira burada sınırlar çoğunlukla farklı ulusları ve kültürleri değil, aynı ulusun parçalarını, aynı boyları ve hatta aynı aileleri birkaç yere ayırmış durumdadır. Her alanda serbest dolaşımın sağlanması bölgesel bütünleşmenin temel koşuludur.

  • Bölgesel nakliye koridorlarının/taşımacılık rotalarının oluşturulması:

Bölgede deniz yollarının olmaması, ulaşım ve taşımacılığın bölge koşullarına uygun biçimde geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu alanda var olan altyapı yetersizdir ve bir an önce günümüzün ihtiyaç ve koşullarına uygun biçimde yenilenmelidir.

  • Savunma sanayii ve askerî alanlarda işbirliği ve ortak stratejinin geliştirilmesi:

Orta Asya ülkelerinin entegrasyonunu olumsuz etkileyen faktörlerden birisi de Rusya’da üretilen askerî teçhizatın kullanıldığı savunma alanıdır, yani Orta Asya’nın silâhlı kuvvetleri, Rusya Federasyonu’ndan mühimmat ve yedek parça tedarikine bağımlı durumdadır. Bu bağımlılığa son verilmesi, hem bölge devletlerinin ekonomik ve siyasî alandaki bağımsızlığına,  hem de bölgesel entegrasyon sürecine de katkıda bulunacaktır.

Ayrıca bölge uzun bir süreden beri güneyden gelen terör tehdidi altındadır. Zaman zaman Rusya’daki radikal ırkçı çevrelerin de bölgeye yönelik tehditleri seslendirilmektedir. Bunlar bugün marjinal gruplar olarak görülse de ileride ciddi sorunlar çıkarma potansiyeline sahiptirler. Ayrıca Turan genelinde hâlen var olan başka çatışma bölgeleri de (Kafkasya ve Anadolu’da) vardır. Orta Asya devletlerinin de Rusya ve Çin’le sınır sorunları yaşadığı bilinmektedir. Bütün bunlar hem var olan tehditleri bertaraf etmek, hem de caydırıcı güç kullanabilmek açısından savunma alanında işbirliğini zorunlu kılmaktadır. Bu işbirliği savunma sanayiini, askerî eğitimi, ortak askerî tatbikatları ve ortak operasyonları kapsamalıdır.

  • Enerji alanındaki işbirliğinin güçlendirilmesi ve uygunlaştırılması:

Bölge enerji kaynakları açısından zengindir; petrol, doğalgaz, elektrik üretimi ileri düzeydedir. Fakat bu kaynaklar eşit dağılmamış olup, ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir.

  • Bölgesel Veri Gönderim Sistemi’nin geliştirilmesi:

Bu sistem, entegrasyonun temel faktörlerinden birisidir. Geliştirme sürecinde ortak denetim ve yönetim mekanizması oluşturulabilir.

  • Bölgesel Bankacılık Ağı’nın (BBA) oluşturulması:

Ekonomik entegrasyonun sağlanma sürecinde çalışmaların banka ayağı çok önemlidir. BBA genel kabul görmüş uluslararası bankacılık uygulamalarına dayalı olarak eşitlik, gönüllülük ve karşılıklı yarar ilkeleri üzerinde uzun vadeli işbirliğinin oluşturulmasını sağlayacaktır. Belirtilen ortaklık alanları, ortak yatırım projelerinin ve ihracat operasyonlarının finansmanı (her bir vaka için koşullar müzakere edilir), seminerler ve iş forumları da dâhil olmak üzere deneyim değişimi, karşılıklı ilgi konularında düzenli istişareler, potansiyel müşteriler hakkında sürekli bilgi değişimi ve gelecek vaat eden projeler hem de bunların uygulanmasıyla ilgili riskler hakkında raporların hazırlanmasından ibarettir. Bankacılığın geliştirilmesi, ortak ağ kurulması sürecinde Türkiye bankacılık sisteminin deneyiminden yararlanılabilir.

  • Gümrük birliğinin kurulması:

Gümrük birliği, entegrasyon sürecinin daha en başından gündeme gelecektir ve bu sürecin en önemli ilkelerindendir. Malların üretimi, ithalat ve ihracat süreçlerinin hızlanması ve bölge ekonomilerinin daha verimli çalışabilmesi ve gelişmesi, keza daha ileri düzeyde ortaklığın altyapısının oluşturulması için gümrük birliğine öncelik tanınmalıdır. Dolayısıyla malların taşınması, gümrük alanındaki ilişkilerinin geliştirilmesi sürecinde oluşturulan bölgesel ilişkiler, uluslararası hukuk kapsamında kabul edilen aşağıdaki genel ilkeler temelinde gerçekleştirilecektir:

• Bölgesel ekonomik ilişkilerin geliştirilmesine destek.

• Uluslararası işbölümü avantajlarının âdil bir şekilde kullanımı.

• Gelişmekte olan ülkelerin ekonomik büyümesini desteklemek.

• Az gelişmiş ülkelere gümrük tercihlerinin sağlanması.

• Kaçakçılık ve diğer gümrük suçlarıyla mücadelenin etkileşimi.

• Bölgesel gümrük işbirliğinin örgütsel mekanizmasının geliştirilmesi.

• Uluslararası ticaretin serbestleştirilmesi.

  • Ortak para birimine geçilmesi için altyapının hazırlanması:

Daha ileri aşamada ortak para birimine geçilmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle daha ilk aşamada ekonomi alanındaki çalışmaların bu durum göz önünde bulundurularak sürdürülmesi gerekmektedir. Orta Asya tarihî olarak kâğıt paranın icat edildiği topraklardır, günümüzde de yeni bir ortak para birimi, bölge ticaretini canlandırmakla beraber bölgesel entegrasyonun önemli bir faktörü ve aynı zamanda sembolü olacaktır.

  • Akademik ve Eğitim alanındaki değişim programlarını geliştirmek. (Ortak tarih, dil, kültür, coğrafya vb. ders kitapların yazılmasını da içermektedir):

Günümüz itibarıyla Türk devletleri arasında eğitim alanında karşılıklı öğrenci alış-verişi, özellikle Türkiye ile yoğun biçimde yaşansa da, ciddi sorunlar da vardır. Öncelikle okul ve üniversite programlarında uygulanan müfredat çok farklıdır, üniversitelerin yapı ve yönetimi, öğrenci alımı gibi konularda sıkı bir işbirliği kurulmalıdır. Diplomaların karşılıklı olarak tanınması konusunda var olan sorunlar ortadan kaldırılmalıdır.

  • Bilim, kültür ve spor alanındaki bölgesel işbirliğinin kurumsallaştırılması, olimpiyatlar ve yarışmaların düzenlenmesi:

Kültürel ve sportif etkinlikler geleneksel Turan kültür değerlerinin sergilendiği ve pekiştirildiği şölenler olarak tasarlanmalı, dünya çapında etkin isimlerin yetiştirilmesini desteklemelidir. Kültür alanında ortak kültürel geleneklere öncelik tanınmakla beraber, yerel değerler koruma altına alınmalı, yaşatılması teşvik edilmelidir. Bilim alanında ortak projelere öncelik tanınmalı, ortak akademik dergiler ve yayınevleri kurulmalıdır.

  • Medya ve Telekomünikasyon alanında işbirliği:

Bu alanda geliştirilecek işbirliği ortak yayın organlarının, özellikle ortak televizyon kanallarının oluşturulmasını, keza ortak dergi, gazete ve sosyal medya ağlarının entegrasyon sürecine katkıda bulunmasını sağlamalıdır. Zaman içinde bu yayın organlarının ortak Türkçe kullanması yönünde çalışmalar yapılmalıdır.

Türk halkları arasında kardeşlik şuuru oluşturmadan Türk birliği konusunu konuşmak anlamsızdır. Türkiye’de çekilen diziler Türk dünyasında beğeniyle izlenmektedir. Bu tür dizilerin diğer Türk cumhuriyetlerinde de çekilmesi ve onların Türk dünyasında yaygınlaşması desteklenebilir. Ayrıca dizi içeriğinde Türk birliğinin işlenmesi daha titizlikle işlenmelidir.

  • Nüfus hareketleri ve iç göçler konusunda orta stratejilerin belirlenmesi:

Demografik süreçler, Orta Asya’da nüfusun artmasına yol açmıştır ve eğer Kazakistan’da alanın büyüklüğü nedeniyle bu kadar sorunlu değilse bile, Özbekistan ve Kırgızistan’da nüfus artışı özellikle Fergana Vadisi’nde önemli bir politik ve ekonomik faktördür. Aynı zamanda, Kazakistan’ın Kuzeydoğu bölgelerindeki Slav nüfusunun çoğalması nedeniyle, negatif nüfus artışı söz konusudur. Entegrasyon ilkelerinden biri, nüfusun nispeten yoğun olduğu bölgedeki işgücü fazlasının ihtiyaç olan bölgelere yeniden yerleşim de dâhil olmak üzere kaydırılması biçiminde ifade edilmelidir.

2. AŞAMA

Modelin ikinci aşaması, Turan entegrasyonunun kurumsallaştırılması ve çatı organlarının oluşturulmasını kapsamaktadır. Bu aşamada artık siyasî, idarî, ekonomik, kültürel vb. tüm süreçler tamamlanacak ve Turan’da bütünleşme çalışmaları tamamlanmış olacaktır.

Bu aşamada kuruluşu tamamlanması gereken kurumlar:

  • Turan Parlamentosu
  • Ordu/Ortak Turan Gücü
  • Merkez Bankası
  • Değişik konularda faaliyetler yürütecek olan Konsey, Komite, Enstitü vb. kurumlar da ihtiyaçlara bağlı olarak kurulmalıdır.

Yukarıda anlatılanlar, Turan Birliğinin günümüz koşullarında kurulabilmesi için öngörülen koşullardır. Elbette buraya birçok ekleme de yapılabilir. Biz sadece ana başlıkları vurguladık. Bunların dışında kalan bazı hususları ayrıca ele almayı uygun buluyoruz. Şöyle ki, günümüz dünya konjonktüründe söz konusu Turan Birliği’nin oluşturulmasına yönelik olumlu veya olumsuz tepkiler, bu entegrasyon sürecini destekleyen ve engelleyen faktörler, bölge ülkelerindeki kamuoyunun konuyla ilgili değerlendirmeleri gibi birçok başlığın da en azından bir ön değerlendirmesinin yapılması gerekir.

Turan entegrasyonundan bahsederken elbette tam bağımsız devletlerin özgür iradeleri/gönüllülük temeline dayalı oluşturulan konfederatif nitelikli bir birlik kastedilmektedir. Bunun dışında, birliğe tam üye olmayan/olamayan/olmak istemeyen fakat katkıda bulunmak isteyen devletler için de özel statüler (belli ortaklıklar kapsamında üyelik, gözlemci üyelik, kısmî üyelik) oluşturulabilir. Bu birlik içinde tüm üye ülkelerin, tüm bölge ve toplulukların hakları eşit düzeyde ve titizlikle uygulanacaktır.  

Birlik bünyesinde farklı dil, din ve etnik kökene mensup tüm toplumların geleneksel değerlerini yaşatmak için azamî gayret gösterilecek, gereken hukukî mevzuat oluşturulacaktır. Genel olarak ülkelerin ve toplumların tarihî, dinî ve kültürel hassasiyetlerine saygı gösterilecektir. Turan Birliği çatısı altında hiçbir bölge, topluluk veya kişi etnik, dil ve din kimliğine göre ayrımcılığa maruz kalmayacaktır. Bu özgürlükler tabiî olarak Turan Birliği hukuk mevzuatının koruması altında bulunacaktır. Birlik bünyesinde devletler eşit muamele gördüğü gibi, vatandaşlar da her türlü hak ve özgürlüklerden eşit biçimde yaralanacaktır.

Günümüz koşullarında Turan Birliğinin önünde herhangi bir hukukî, ekonomik, siyasî veya toplumsal engel görülmemektedir. Birliğe girmesi öngörülen devletlerin anayasalarında ve hukuk mevzuatında bunu engelleyici hükümler de yoktur. Ayrıca tüm bu hukukî belgelerde söz konusu devletlerin başka devletlerle işbirliği yapabileceği, ittifaklar oluşturulabileceği de öngörülmektedir.   

Turan Birliğini oluşturacak ülkelerin ekonomik potansiyeli genelde yüksektir, fakat bazı devletlerin yönetimi ve ekonomik tercihleri, bu potansiyelin gereğince gerçekleşmesini engellemektedir. Birlik bünyesinde bulunmaları durumunda diğer üye ülkelerin deneyiminden yararlanmaları, var olan sıkıntıları ekonomik entegrasyon çerçevesinde aşmaları mümkün olacaktır.

Siyasî zeminde söz konusu ülkelerin devlet yapılanmaları aslında hemen hemen aynıdır. Bazı farklılıklar görülmekle beraber, hemen hepsinde başkanlık sistemi uygulanmaktadır. Siyasî yapının diğer unsurları da çok farklı değildir. İleride seçim sistemleri ve kuvvetler ayrılığı konularında küçük değişikliklerin yapılması durumunda bu farklılıklar da kolayca giderilebilecektir.

Turan Birliğinin toplumsal altyapısı konusu ise çok daha olumlu izlenim bırakmaktadır. Söz konusu ülkelerde kamuoyu uzun süreden beri böyle bir birliğin gerekliliği yönünde gelişmektedir. Bu ülkelerde (iktidar partileri de dâhil olmak üzere) birçok parti bu konuyu ya programına almış durumdadır, ya da partiler gündelik çalışmalarında önemle üzerinde durmaktadır. Siyasî partiler dışında çok sayıda sivil toplum kurumu da bu yönde çalışmalar yapmaktadır. Özellikle sanal âlemde, sosyal medyada gruplarında, sırf bu konuyla ilgili yayın organlarında konu her geçen gün daha ısrarlı biçimde işlenmektedir. Hatta bu bağlamda Turan Birliği’nin toplumsal düzlemde kurulmuş olduğunu ifade etmek bile yanlış olmaz.  Geniş Turan dünyasının her köşesinde özellikle genç kuşakları içine alan yüzlerce sivil oluşumda milyonlarca insan bu konuda her gün bir şeyler paylaşmaktadır. Dolayısıyla günümüz koşullarında Turan Birliğinin kurulması önünde ilgili devletler açısından ciddi bir engel olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Durum böyle olduğuna göre, başka bir soruya da cevap verilmesi gerekmektedir: Turan halklarının tarihî tecrübesi böyle bir birliği kurmak ve ayakta tutmak için müsait midir? Bu soruya herhangi bir şekilde cevap verilebilir, fakat tarih ve coğrafyaya bakılması, bu cevabı daha güvenilir kılacaktır. Özellikle ilk kuruculuk aşamasında Turan Birliği’nin temellerini Türk topluluklarının oluşturması öngörüldüğüne göre konuyu bu bağlamda ele alacağız.

Söz konusu Turan coğrafyasına yukarıda bir nebze temas edildi. Burada konunun başka bir yönüne temas etmemiz gerekmektedir. Turan bölgesi içinde yer alan devletlerin tamamının birbiriyle coğrafî sınırları vardır. Yani aralarında bir birlik oluşturulması gündeme geldiğinde bunu engelleyici siyasî sınırlar söz konusu değildir. Ayrıca var olan devlet sınırları çoğu zaman aynı halkı parçalara ayırmaktadır. Bölgede hemen her devletin sınır ötesinde “kendi” toplumundan önemli sayıda insan yaşamaktadır. Kazakistan-Özbekistan, Özbekistan-Türkmenistan, Kırgızistan-Kazakistan, Azerbaycan-Türkiye vb. ülkelerin sınırlarında durum hep böyledir. Ve bu durum Turan Birliğinin kuruluş aşamasında da, faaliyet aşamasında da avantaj sağlayacaktır, zira günümüzde var olan sınırlardan ve buradan kaynaklanan sorunlardan öncelikle halkın bu kesimleri mağdur olmaktadır. Ayrıca siyasî sınırların ayırmasına rağmen tüm bu ülkelerde yaşayan halklar kendilerini öteki kardeşleriyle bir bütün olarak hissetmekte, bir Turan kardeşliği duygusunu paylaşmaktadır.

Günümüzde Turan coğrafyasında yer alan devletlerin iç yönetimi, demokratik ilkelerin gelişim ve uygulanış durumu da önemli bir konudur. Turan Birliği girişimi, ilk aşamada devletleri yapısı ve yönetim özellikleri bakımından ayırmamaktadır. Demokratik veya totaliter, gelişmiş veya geri kalmış olsun… Bu devletlerin bir araya gelmesi yönünde çalışmalar yapılmalı ve başarıyla sonlandırılmalıdır.

Birlik oluşturma çalışmalarının en önemli alanlarından birisi de siyasî alanda yapılacak reformları kapsamaktadır. Zira farklı siyasî yapılara ve dayatmacı yönetimlere sahip devletlerin bir araya gelmesi ve özellikle verimli bir yapı oluşturması imkânsızdır. Yukarıda da ifade edildiği üzere mevcut siyasî yapılar aslında birbirlerinden çok da farklı değildir. Farklılıklar, bu yapıların işleyişinde, birçok ülkede görülen hukuka aykırı veya adalet sınırlarını zorlayıcı uygulamalarda ortaya çıkmaktadır. Bir birlik çatısı altında bu tür uygulama ve yapılanmaların varlığı sürekli sorun kaynağı olacağından ilgili konularda istişareler yapılarak gereken reformların gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır. Turan Birliği ülkelerinin siyasî ve toplumsal hayatı hukuk ve demokrasi kıstaslarına uygun olmalı, bu ilkelerden şaşmamalıdır. Aksi durumda Turan Birliği bir demokrasi, huzur bölgesi değil, bir zamanların Doğu Avrupa’sı (Varşova paktı ülkeleri) gibi totaliter rejimlerin ortaklığı olarak anılacak ve tarihî işlevlerini yerine getiremeden yok olacaktır.

Bugün dünyada yaklaşık 250 milyon Türk nüfus yaşamaktadır. Başka devletlerin bünyesinde bulunan ve yakın tarih içinde asimle edilerek Türk kimliğini unutmuş veya unutmak üzere olan toplulukları bunun dışında tutuyoruz. Turan coğrafyası sınırları içindeki Türk nüfus, sağlık, eğitim, meslekî yetenekler, iş gücü vb. açılardan gelişmiş ve kalitelidir. Bu durum, beşerî coğrafya açısından Turan Birliği’nin kurulması yönünde önemli bir avantajdır.

Tarihî süreçlere bakıldığında da çok olumlu bir manzarayla karşılaşıyoruz. Bu bölgede, birçok tarihçi ve jeopolitikçinin de vurguladığı gibi her zaman bölgenin tamamını kapsayan devletler var olmuştur. Turan dünyasının özellikle merkez kısımlarında doğal coğrafî engellerin olmayışı, bölgenin tamamının siyasî açıdan bir devlet çatısı altında toparlanmasını zorunlu kılmıştır. Dışarıdan gelen tehditlerle bu durumda baş edilebilirdi. Bu geniş coğrafyada kurulmuş Turan imparatorlukları döneminde bölge her zaman gelişmiş, ekonomi, askerlik, bilim, teknoloji, kültür ve sanat alanlarında atılımlar yapılmıştır. Büyük devletlerin yıkılması ve bölgenin çok sayıda küçük devletler arasında paylaşılması ise kargaşalara sebep olmuş, ekonomik ve kültürel çöküntü yaşanmış, sonunda Turan bir bütün olarak dış güçlere karşı direncini kaybetmiştir. Buradan da anlaşılacağı üzere bahsettiğimiz coğrafyada tek devlet veya devletler konfederasyonu tarzında bir bütünlük oluşturulması, hamasî bir talep veya siyasî bir kapris olmayıp, tarih ve coğrafyanın dayattığı bir zorunluluktur.  

Günümüzde olduğu gibi tarihte de küçük devletler arasında yaşanan sürekli didişmeler, bölgenin çöküşüne sebep olmuş, dünya ekonomisine ve barışına zarar vermiştir. Bu gibi durumlarda istense de, istenmese de etnik, dil, din, siyasî çıkar farklılıkları öne çıkmış, bölgede huzur ve refah kalmamıştır.

Büyük Turan imparatorluklarının en önemli özelliklerinden birisi de etnik ve dinî alanlarda hoşgörü olarak tanımlanabilir. Uzun yüzyıllar, hatta binyıllar boyunca bölgeye hâkim olan bu devletlerin himayesinde bulunan kavimler kültürel özelliklerini, dil ve inançlarını tâ modern çağa, yani bölgeye yabancı unsurlar girinceye kadar muhafaza etmişlerse, bunun temeli söz konusu hoşgörü ortamıdır.

Türk hakanlarının topraklarında olduğu gibi bizzat saraylarında da farklı dilleri konuşan, farklı inançlara sahip çok sayıda insan yaşamaktaydı. Önemli olan onların bu özellikleri değil, meslekî ve ahlâkî liyakatleri idi. Hatta aynı sülâle veya boy içinde de farklı dinleri kabul eden, onun kurallarına göre yaşayan insanlar vardı. Turan’ın huzuru ve maddî refahı bu hoşgörü ortamı sayesinde sağlanmaktaydı.

Turan coğrafyasını paylaşan birçok halk gibi Türkler de tarih içinde birçok dinle muhatap olmuş, zaman zaman büyük kitleler hâlinde bu dinleri kabul etmişlerdir. Her zaman kendi dinlerine sadık olmuş ve samimi duygularla bağlanmışlardır. Fakat hiçbir koşulda başkalarının inançlarına müdahale etmemişler. İslâm dinini kabul ettikten sonraki dönemde de dinî hoşgörü konusunda yaklaşımları değişmemiştir.

Tarihin hiçbir döneminde ve Turan’ın hiçbir köşesinde kimse din değiştirmeğe zorlanmamıştır. Tâ ki bölgeye yabancılar girinceye kadar bu böyle süregelmiştir. Yabancı unsurların bölgeye gelişi, misyonerlik faaliyetlerini de beraberinde getirdi, yerli Turan kavimleri üzerinde dinî baskılar kuruldu, çeşitli yöntemler kullanılarak toplumlar din değiştirmeğe zorlandı. Sovyet döneminde ise hangi dinden olursa olsun tüm insanlara dinlerinden vazgeçerek ateist olmaları yönünde baskılar yapıldı ve komünistler bir ölçüde amaçlarına ulaştılar. Bugün bölgede yaşanan dinî çatışmaların nedenlerinden birisi de bu ateist dönemde yapılan uygulamalardır.

Büyük Turan imparatorlukları döneminde bölgede sağlanan barış ortamı çevre coğrafyaları da etkilemiş, uzun süreli ekonomik ve kültüre kalkınma dönemleri yaşanmıştır. Bu düşüncelerden hareketle günümüzde ister Turan coğrafyasında, ister dünyada var olan sorunların önemli bir bölümü bölgede görülen parçalı yapıdan kaynaklanmaktadır. Buralardaki devletlerin bir çatı altında birleşmesi, bu sorunların kolaylıkla aşılmasını sağlayabilecektir. Kuzeybatı Avrupa’dan Güneydoğu Asya’ya kadar Avrasya anakarasında yer alan devletler arasında yaşanan süreçlerin sorunsuz işleyebilmesi için Avrasya anakarasının merkez kısmının huzura kavuşması şarttır. Zira burası, Avrasya’nın jeopolitik omurgasını oluşturmaktadır. Omurganın sağlamlaştırılması çevrenin de rahatlamasına yol açacaktır. Sonuçta büyük güçlerin jeopolitik olarak ayrışması, bölgede siyasî ve ekonomik dengenin sağlamlaştırılması, akabinde iç barış ortamının oluşması ve demokrasinin yerleşmesi önündeki engeller ortadan kalkacaktır.

Turan Birliği demek daha güvenli, daha müreffeh, daha barışçıl, daha gelişmiş bir dünya demektir. Bu dünyaya açılan kapının anahtarı ise Orta Asya’dır.

Muhammed Salih

2022

REKLAM ALANI

(336x280px)

Anasayfa Sağ Bloka Esnek veya Sabit ölçülerde SINIRSIZ reklam alanını şablon olarak ekleyebilirsiniz. Şuan örnek olarak sadece 2 reklam kullanıldı.