Bu yazıyı kaleme almak için oturduğumda bir saat önce haber sitelerine düşen Özbekistan seçim sonuçları gerçekten şaşkına uğrattı…
24 Ekim’de gerçekleştirilen devlet başkanlığı seçiminden o koltukta oturan Şevket Mirziyayev’in yüzde 80,1’lik zaferle çıkmasının şaşırtıcı yanı, otuz senelik bağımsızlık döneminde ilk kez bir başkanın oylarının yüzde 90’ların altında çıkmasıydı.
Diğer adayların oy taksiminde ikinci sıraya yerleşen Maksuda Vorisova’nın oranı yüzde 6,63 olarak açıklandığı halde, yerde kalan yüzde 13,5 oy ise üç aday arasında taksim edilmiştir.
Yani seçimden yüzde 80,1 ile ilk sırada çıkan adaya karşılık arkadan gelen dört adayın toplam oyu yüzde 20’ye tekabül etmişti.
‘Şaşırtıcı’ yazmamın nedeni, adına ‘Türk Cumhuriyetleri’ dediğimiz (‘artı Tacikistan’ demenin de hiçbir sakıncası olmayacaktır) coğrafyada otuz yıllık bağımsızlık döneminde gerçekleştirilen devlet başkanı seçimlerinden birinci sırada çıkanlar için en alt çizgi, aşağı-yukarı yüzde 90 idiyse (Kırgızistan hariç) Özbekistan’da bu rakamın yüzde 80’e düşmesini sürpriz saymamız gerekir.
Bir seçim düşünün ki, sandıktan birinci çıkanla ikinci çıkanın arasındaki fark yüzde 74’ü teşkil etmekte olup, eskiden yüzde 87-88 gibi oranlara tanıklık ettiğimiz için şimdilik yüzde 74’lük oranı ilginç bulmamak imkansızdır.
Ne oluyor?
Önceki otuz seneye nazaran daha demokratik bir seçim mi yapıldı, çok partili sistem geliştirilerek muhalif partiler mi kuruldu, onlara seçime girme hakkı mı tanındı, basın mı özgürleşti?..
Aralık 1986’da Kazakistan’ın o zamanki başkenti Almatı’da patlak veren olaylar Komünist Partisi birinci sekreteri ve Politbüro üyesi Din Muhammed Kunayev’in (sırf ‘Din’ ve ‘Muhammed’ kelimelerini telaffuz etmemek için SSCB lideri Leonid Brejnev’in ‘Dimaş’ diye hitap ettiği ve Kazakistan’ın başında yirmi beş yılını geçirmiş adam) koltuğu kaybetmesine neden oldu.
Komünist Parti birinci sekreterliğine Rus menşeli Gennadi Kolbin getirilirken, Bakanlar Konseyi başkanlığına Nursultan Nazarbayev atandı.
Temmuz 1989’da Kolbin’in görevden ayrılmasıyla Kazakistan Komünist Parti birinci sekreterliğine Nazarbayev’in seçilmesi ‘Moskova tarafından uygun görüldü.’
Mart 1985’de Moskova’nın uygun bulduğu Saparmurat Niyazov, Türkmenistan Komünist Partisi birinci sekreterliğine; Haziran 1989’da yine Moskova’nın uygun bulduğu İslam Kerimov, Özbekistan Komünist Parti birinci sekreterliğine getirildi…
19 Ağustos 1991’de SSCB Komünist Partisi Merkez Komitesi Genel Sekreteri ve Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov’a karşı düzenlenen darbe girişiminin amacına ulaşamaması Türk-Müslüman bölgelerin nüfusunu da uyandırmış olacaktı ki, ekim ayı boyunca peş peşe bağımsızlık deklarasyonları yayımladılar.
Ama aynı yılın ilkbaharında, örneğin Azerbaycan ve Özbekistan’da yapılan referandumlarda, 6-7 ay sonra bağımsızlık deklarasyonlarının altına imza atan bu şahıslar ‘SSCB’de kalma’ propagandası yapmış ve sonuçlar da o yönde çıkmıştı.
Altı ay içinde hem SSCB içinde kalmaya ve hem de bağımsızlık kazanmaya ilişkin kararlar alınmıştı yani.
O zamanki ‘Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri’, bugünkü ‘Türk Cumhuriyetleri’nin başındaki şahsiyetler, daha 1990’da devlet başkanı sıfatını da kazanmalarına rağmen 1991 sonbaharında ilan edilen bağımsızlık deklarasyonlarından sonra artık yeni devletin başına geçmeleri gerektiğinden, peş peşe seçimler gerçekleştirerek yüzde 90’ların üstündeki oylarla bu kez bağımsız ülkelerin devlet başkanları oldular.
İstisna bir tek Kırgızistan’da yaşanmıştı ve o istisna tüm eksiklerine rağmen o günden bugüne Kırgızistan’ın gerek devlet olma ve gerekse demokrasiyi içine sindirme anlamında ciddi deneyim kazanmasına neden olmuştur.
Evet, bugün adına ‘Türk Cumhuriyetleri’ dediğimiz coğrafyaların yönetimini eline alan eski SSCB’ye bağımlı komünist liderler, 1991 sonbaharında ilan edilen bağımsızlık deklarasyonlarından sonra iktidarı bir ele geçirdi, pir ele geçirdi.
1991 sonbaharı-1992 başlarında Türkiye bu coğrafyadaki soydaşlarının ilan ettiği bağımsızlıkları hızla tanıyarak büyükelçilikler açarken, 21 Haziran 1992’deki tek adaylı seçimden yüzde 99,5’luk oyla çıkan Saparmurat Niyazov, bu ülkelerin devlet başkanlığı seçimlerinin kriterlerini de belirledi: oy oranının yüzde 90’nın altına düşmesi yenilgi sayılacaktı.
Bu ülkeleri tanımakla yetinmeyen Türkiye, bizzat Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın girişimleriyle önce 31 Ekim 1992’de Ankara’da ‘Türk Zirvesi’ni, Mart 1993’te ise Antalya’da (Alparslan Türkeş’in de katkılarıyla) ‘Türk Kurultayı’nı gerçekleştirdi.
Nisan 1993’te ‘Türk Cumhuriyetleri’ gezisine çıkan Cumhurbaşkanı Özal’ın, Ankara’ya döndükten iki gün sonra, 17 Nisan 1993’de hayatını kaybetmesi ve Özal’ın ‘Türk Birliği’ projesini koşulsuz destekleyen Ebülfez Elçibey’in, Azerbaycan Cumhurbaşkanlığından el çektirilmesiyle bu ideal, plan ve projeler ‘Dostlar alışverişte görsün’ formalitesinden öteye geçmedi.
Bunun ana nedeni ise bu ülkelerin başına geçen eski Sovyet kadrolarının değil demokrasiye geçmek, klasik anlamda devlet yapısı oluşturmaya bile tamamen isteksiz yaklaşmalarıydı.
Amaç ‘yaşam boyunca koltuğu korumak’ olunca yüzde 90’lık seçim sonuçları da sıradanlaştı, bu durum toplumlara bu veya diğer yollardan kabul ettirildi.
Aralık 2006’da Saparmurat Niyazov, ‘Türkmenbaşı’ titriyle hayata veda ettiğinde o sınırlar içinde taşlaşmış bir yapı bırakıp gitmiş; yerine gelen Berdimuhammedov ise o yapının üzerine örebildiği kadar taşlar örmeyi sürdürmektedir.
1991-2016 yılları arasında Özbekistan’ı yöneterek koltuktayken hayatını kaybeden İslam Kerimov’un geride bıraktığı mirasın içinde yapılan devlet başkanlığı seçim sonuçlarında, birinciyle ikinci arasındaki makasın yüzde 74 olmasına şaşırıyorsak, bu duruma ağlamamız mı, yoksa gülmemiz mi gerekir?
1990-2019 yılları arasında Kazakistan’ı devlet başkanı sıfatıyla yönettikten sonra, yaşam boyu ‘lider’ statüsü alarak yetkilerini daha da artıran Nursultan Nazarbayev, kendinden sonra gelen halefine demokrasiye ilk adımı atabilmesi için ne kadar alan bırakmıştır?
5 Aralık 2019’da mevcut parlamentonun görevine son verilerek 9 Şubat 2020’de milletvekili seçimi yapılan Azerbaycan’ın sokaklarında tek bir seçim afişi, tek bir pankart gören oldu mu acaba?
Bu nasıl seçim ki yetkilerine son verilmiş bir parlamentonun üyelerinin yüzde 90’ı iki ay sonra gerçekleştirilen seçimde geriye döndü?
15 Ekim 2008’de yapılan devlet başkanı seçiminden, dönemin (ve günümüzün) devlet başkanı için yüzde 90, ikinci yerde gelen için ise yüzde 1,89 oy çıkınca AB uzmanı Cengiz Aktar’a bu manzarayı yorumlamasını rica edince “Yüzde 90’lık oy oranı bir partinin değil bir şahsın devleti demektir” şeklinde görüş ortaya koymuştu.
Belirli süreden beri ülkede Cumhurbaşkanlığı şube müdürünün kontrolü altında ‘iktidarla diyalog içindeki muhalefet oluşturma’ projesi uygulanmakta olup, 48 partinin ‘evet’ dediği bu projeye katılan çoğunluğu tabeladan oluşan partilere aynı apartmanın aynı katında genel merkez alanları tahsis edilmişse, durumu gözünüzde canlandırmak hiç de zor olmayacaktır.
Kırgızistan’da 2005’den bu yana genelde isyanlar vasıtasıyla gerçekleşen iktidar değişikliklerinin bir dizi tarihsel-sosyolojik nedenleri bulunmakta olup, iktidarların görevden uzaklaştırılmasından sonra yapılan seçimlerin şaibesine ilişkin olguların bulunmamasının yanı sıra, 30 yıllık periyotta parlamento seçimlerine hile katılmaması memnuniyetle karşılanıyor.
Düşünebiliyor musunuz, seçimlerin baskı altında gerçekleşmemesi ve seçim sonuçlarına hile karıştırılmaması sevinç doğurmaktadır.
Oysa Afrika’nın ismi-cismi duyulmamış ülkelerinden tutun da Afganistan’a, Irak’a kadar yapılan parlamento ve başkanlık seçimlerine katılımın az olmasına rağmen sonuçlara müdahaleye pek rastlanmamaktadır.
Özbekistan’daki son devlet başkanı seçim sürecini Türkiye memnuniyetle karşılamıştı. Sonuçlar üzerinde nasıl bir değerlendirme yapılacağını da göreceğiz.
Kuşkusuz, yüzde 90’ların üzerinde çıkan sonuçlar nasıl Rusya’nın işine geliyorduysa yüzde 80’e düşen sonucun da herkesten önce Rusya’nın işine yarayacağından kuşkunuz olmasın.
Zira demokrasinin ayak seslerinin duyulmasını bir tarafa bırakın, mevcut yönetim yapısının taşlaşmış durumda kalması Kremlin’in o bölgeler üzerindeki gücünü ve etkisini daha da artıracaktır.
Türkiye ‘kardeşlik’ politikaları belirlerken ‘devlet olma’ koşulunu bundan sonra da hesaba katmazsa inisiyatif alma durumlarının Moskova’nın eline daha çok geçmesine tanıklık edecektir.
Geride bıraktığımız 30 sene zarfında bu coğrafyalar Türkiye’nin devlet yapısının niteliklerini anlayamamışlarsa buna gerek görmemişler demek ki.
Türk demokrasinin fonksiyonelliğini kavrayamamışlarsa, bunun da aynı gerekçeyle ilintilendirilmesi gerekir.
Türkiye’de 2014’ten bu yana gerçekleşen iki Cumhurbaşkanlığı seçimi ve bir referandumda makas yüzde 2 bile olmadı yahu.
Çıtanız yüzde 90’dan yüzde 80’e, makasınız yüzde 89’dan yüzde 76’ya otuz senede indiyse, yüzde 2’ye inmesi için kaç yüzyıla ihtiyacınız olacaktır?
Kaynak: indyturk.com